18 Ekim 2009 Pazar

Nergislerin Öğrettiği...

Bakersfield'in 50 mil batısı, California . Fotoğraf: Barbara Mathews ; 14 Mayıs, 2005 .


Bir dostumdan gelen bu hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü hergün atılacak bir küçük adım ile nelerin değiştirilebileceğinin öyküsü bu...


'' Kızım defalarca telefon edip, “Anne, zamanları geçmeden gelip nergisleri görmelisin” demişti. Aslında gitmek istiyordum, ama Laguna’dan Arrowhead Gölü neredeyse iki saatlik araba mesafesindeydi. Biraz gönülsüzce, “Haftaya Salı geleceğim” diye söz verdim. Çünkü bu üçüncü telefon edişiydi.
Ertesi Salı yağmur ve soğukla birlikte geldi. Ama ne çare, söz vermiştim bir kere ve bu yüzden arabaya atlayıp gittim. Carolyn’in evine girip kızımı kucakladıktan ve torunlarımla hasret giderdikten sonra dedim ki, “Nergisleri boş ver Carolyn! Yol sisten görünmüyor. Zaten şu anda seni ve çocukları o kadar çok özlemiş durumdayım ki bir metre daha araba kullanmayı düşünmüyorum!”
Kızım sakince gülümsedi ve “Biz her zaman böyle havalarda araba kullanıyoruz, anneciğim” dedi. Bense, “Hava açılmadan dünyada tekrar yola çıkmam. O zaman da doğru evime döneceğim!” diye kararlı bir şekilde konuştum. Carolyn, “Arabamı almak için beni garaja kadar götürebileceğini düşünmüştüm,” deyince “Ne kadar mesafede?” diye sordum. “Sadece birkaç yüz metre ötede,” dedi Carolyn. “Tamam o zaman, götürürüm. Nasılsa bu kadar yola alışığım” dedim. Yola çıktıktan birkaç dakika sonra “Nereye gidiyoruz biz? Bu yol garaj yolu değil!” diye sordum. Carolyn gülerek, “Garaja uzun yoldan gidiyoruz” dedi, “Nergislerin yolundan.” “Carolyn!” dedim sert bir sesle, “lütfen geri dön.” “Tamam anne”, dedi Carolyn, “inan bana; bu fırsatı kaçırırsan kendini asla bağışlamazsın.”
Yirmi dakika kadar sonra küçük bir çakıl yola saptık ve ileride bir kilise gördüm. Kilisenin diğer ucunda elle yazılmış “Nergis Bahçesi” yazısı vardı. Arabadan çıkarak her birimiz bir çocuğun elinden tuttuk ve patikadan aşağı doğru yürüyen Carolyn’i takip etmeye başladım. Patika yolun dönemeç yaptığı yeri döner dönmez gördüklerim karşısında nefesim kesildi. Dünyanın en göz alıcı görüntüsü gözlerimin önünde uzanıyordu. Sanki birisi koca bir kazan dolusu altını alıp dağın zirvesinden aşağıya, yamaçlarına doğru boca etmişti. Çiçekler görkemli bir şekilde, helezonlar halinde, koyu turuncu, beyaz, limon sarısı, somon pembesi, hardal ve krem, rengarenk, adeta kurdeleler gibi ardarda dizilmişlerdi. Aynı renkteki çiçekler bir arada ekilmiş olduğundan, her biri kendi rengindeki bir ırmağı andırırcasına akıp gidiyordu.
Beş dönüm çiçek vardı. “Fakat, bütün bunları kim yaptı?” diye sordum Carolyn’e. “Sadece bir tek kadın,” diye cevapladı, “Kendisi de burada yaşıyor; burası onun evi.” Tüm o ihtişamın ortasındaki küçük ve mütevazı, iyi bakılmış, A şeklindeki bir evi gösterdi. Eve doğru yürüdük. Evin girişindeki bahçede bir tabela gördük.
“Cevaplayabildiğim Kadarıyla Soracaklarınızın Yanıtları” yazıyordu tabelada. İlk yanıt basitti, “50.000 çiçek soğanı,” diyordu. İkinci yanıt, “Hepsi birer birer, bir kadın tarafından. İki el, iki ayak ve birazcık akıl ile.” Üçüncüsü, “1958’de başlandı,” idi. İşte bu, Nergis İlkesi buydu. O an benim için hayatımı değiştirecek bir deneyim oldu. Hiç görmemiş olduğum bu kadıncağızı düşündüm, aşağı yukarı kırk yıl önce bu işe koyulan, her seferinde bir çiçek soğanı ekerek, görülmesi bile zor bir dağa göz zevkini ve neşesini getirmiş olan o kadını. Ama, her seferinde tek bir çiçek soğanı ekerek, yıllar boyu süren çabası sonucunda dünyayı değiştirebilmişti. Bu bilinmeyen kadın, içinde yaşadığı dünyayı ebediyen değiştirmişti. Tarifi zor bir büyülü ortam, güzellik ve ilham yaratmıştı.
Onun nergis bahçesinin öğrettiği ilke, en çok bilinen prensiplerden biriydi. Yani, amaçlarımıza ve arzularımıza doğru her seferinde bir adım atarak - daha çok küçük birer adım atarak - ulaşmayı öğrenmek, bir iş yapmayı sevmesini öğrenmek ve zaman birikiminin nasıl kullanılacağını öğrenmek...
Zamanın küçük parçacıklarını ufak günlük çabalarımızla çarptığımız zaman, kendimizin de muhteşem şeyler yapabileceğimizi görürüz. Biz de dünyayı değiştirebiliriz. “Yine de bu beni biraz üzüyor,” dedim Carolyn’e. “Düşünüyorum da, otuz beş-kırk yıl önce böyle güzel bir amaçla ben yola çıkmış olsaydım, şu anda ne kadarına ulaşmış olabilirdim acaba?” Kızım, günün anlamını, kendine has tavrıyla kısaca, “Bunu öğrenmeye hemen yarın başla!” diyerek özetledi.
Dün kaybettiğimiz saatleri düşünmenin hiçbir yararı yok. Pişmanlığımızın nedenlerinden bahsedeceğimize kutlanacak bir ders almak istiyorsak, “Bunu bugün nasıl işe yarar hale getirebilirim?” sorusunu sormamız yeterlidir.''
-- Yazarı bilinmiyor


Kendimizi, evlenip bir bebeğimiz, ardından bir başka bebeğimiz olduktan sonra daha iyi bir hayatın beklediğine inandırırız. Sonra çocukların hala büyümediklerine kızarız ve yeterince büyürlerse daha rahat ve mutlu olacağımızı düşünürüz. Daha sonra ise, gençlik çağındaki çocukların bizi uğraştırmalarına kızarız. Deriz ki, eğer bu devreyi atlatırlarsa, çok daha mutlu olacağız. Eşimizin işlerinin iyi olması halinde, daha güzel bir araba aldığımız zaman, güzel bir tatile çıkabilirsek, ya da emekli olursak, yaşantımızın eksiği kalmayacağını kendimize anlatır dururuz. Gerçek şudur ki, daha fazla mutlu olabilmemiz için içinde bulunduğumuz andan daha iyi bir zaman yoktur.
Eğer şimdi mutlu olmayacaksak, ne zaman olacağız? Yaşantınızda her zaman bir çok şeyle mücadele edeceksiniz. En iyisi bunu kabul etmeniz ve ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermenizdir. Mutluluk bir yoldur. Bu nedenle, yaşadığınız her anı bir hazine gibi yaşayın, sizin için “zamanı birlikte yaşayacak kadar özel olan” kimselerle geçirdiğinizi düşünerek hazinenize daha sıkı sarılın... Ve unutmayın, zaman hiç kimseyi beklemez.

İşte bunun için beklemekten vazgeçin...
Evinizin ya da arabanızın ödemelerinin bitmesini
Yeni bir ev veya araba alacağınız günü
Çocuklarınızın evden ayrılacakları günü
Tekrar okula dönmeyi
Okuldan mezun olmayı
10 kilo vermeyi, ya da
10 kilo almayı
Evlenmeyi
Boşanmayı
Çocuklarınızın doğmasını
Emekli olmayı
Yazın gelmesini
Baharı
Kışı
Güzü
Ölümünüzü …beklemekten vazgeçin!

Mutlu olmak için şu andan daha uygun bir zaman yoktur. Mutluluk yolculuktur, gidilecek yer değil. Bu yüzden, sanki paraya ihtiyacınız yokmuş gibi çalışın, hiç incinmemişsiniz gibi sevin ve sanki hiç kimse sizi seyretmiyormuşçasına dans edin. sevgiler...

18 Eylül 2009 Cuma

Mutluluk...



Mutluluğun formülü 40 ayette saklı…

İsra 37 : Kibirli olma, alçakgönüllü davran.
Müddesir 1-5 : Kendini fazla abartma.
Tekvir 25-27 : Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma.
Bakara 156 : Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından
çıkarma.
Beled 5-6 : Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme.
Hucurat 10 : Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden
uzaklaştırma.
Muhammed 7 : İyiliği karşılık beklemeden yap.
Rum 21 : Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret

göster.
Vakıa 83-87 : Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş.
Bakara 263 : Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme.
Furkan 63 : Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine, öfkenin dinmesini

bekle.
İnşirah 1-3 : Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle.
Maun 4-5 : Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart.
Mücadele 7 : Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.
Rahman 7-9 : Çıkarcı olma. Adil davran.
Tekasür 1-2 : Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.
Tevbe 40 : En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.
Fatır 19-22 : Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda

olanları görüp rahatla.
Fecr 27-28 : En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var.
Hakka 33-35 : Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar için asla feda

etme.
Haşr 10 : Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.
Kalem 1-2 : Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü
insanların yararına kullan.
Münafıkun 4 : Bencil olma, tebrik etmeyi bil.
Saff 2 : Yalandan uzak dur.
Yusuf 32-33 : Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir

almasına izin verme.
Ankebut 41 : İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma.
Al-i İmran 92 : İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir
ihtiyaçtır, asla unutma.
En'am 50 : Önyargılarla hayatı kendine zehir etme.
En'am 60 : Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın.
Felak 1-5 : Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.
Hacc 46 : Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama.
İbrahim 42 : Merhametli olmaktan asla vazgeçme.
İsra 23 : Anne ve babana 'off' bile deme.
Nisa 149 : Kendini sürekli övmekten uzak dur.
Yunus 12 : Vazgeçilmez olmadığını kabul et.
Enfal 56 : Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.
Furkan 43 : Heveslerini kendine ilah edinme.
Necm 3 : İnanma duygunu diri tut.
Nisa 58 : Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme...

Sevgili kuzenim'e bu güzel yazıyı bana gönderdiği için çok teşekkür ediyorum. Sizlerle paylaşmak istedim, çünkü beni çok etkiledi. Dinimizi olduğundan daha farklı gösterip, hepimizi korku ikliminde yaşatmak isteyenler, keşke aydın din adamlarımız gibi kutsal kitabımızın bu muhteşem yönünü gösterseler... Kimbilir belki birgün...

7 Eylül 2009 Pazartesi

Ben bu adamı seviyorum yaa...

1934 yılında soyadı kanunu çıktı, her Türk kendine bir soyadı alacaktı.Herkes kendi soyadını kendisi seçtiği için insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı..Dünyanın en cimrileri 'eli açık', dünyanın en korkakları 'yürekli', dünyanın en tembelleri 'çalışkan' gibi soyadları aldılar.Bir mektup yazabilecek zamanda ancak imzasını atabilen bir öğretmenimiz kendisine 'çevikel' soyadını almıştı.Irkçılığın yayıldığı günler olduğundan, özellikle Türklüğü karışık olanlar ırkçılığı anlatan soyadlarını kapışıyorlardı. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime 'nesin' soyadını aldım. Herkes 'nesin' diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.

Aziz Nesin


Gökten elmalar düşmüş...
Ne olduğunu bilenlerin başına...!

 

20 Temmuz 2009 Pazartesi

İki Dirhem Bir Çekirdek...

"KEÇIBOYNUZUNUN Yunanca adı keration, ingilizcede carob, arapçada ise kırrat. Keçiboynuzu tohumu yüzyıllar boyunca elmas ölçmek icin kullanılmış. Elmaslar keçiboynuzu tohumu ile tartılarak satılmış. Bu yüzden keçiboynuzu kırat ya da karat denilen ölçüye adını vermiş. Prof.Dr. Aydın Akkaya şöyle yazıyor: "Keçiboynuzu çekirdeği doğada ağırlığı değişmeyen tek tohumdur... Bütün tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilir. Bu hem çok kuruduğu ve meyvesinden çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını aldığı için hem de içine su alma olasılığının çok az ve çok uzun zamana bağlı olduğu içindir. Bu nedenle Araplar, Selçuklular ve Osmanlı döneminde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır... Dört tanesi bir dirhem eder. Dirhem değişmekle birlikte 3 gr. ağırlığı temsil etmektedir... Satıcı iki dirhemlik bir şey satarken (8 çekirdek) lütfedip 1 çekirdek fazladan eklerse bu, malı alan kişinin itibarını gösterir. Olağandan fazla giyinen, süslenen vb. kişilere de "Iki dirhem bir çekirdek" denmesi bundan kaynaklanmaktadir."

16 Temmuz 2009 Perşembe

Arkadaş... Dost...

Dostlarıma...

Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır, Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır.
Arkadaş senin ağladığını görmez, Dostunun omuzu ise senin gözyaşlarınla ıslanır.
Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir, Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider.
Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur, Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için...
Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür, Dost ise tekrar arar.
Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister, Dost ise her zaman senin arkandadır.
Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir, Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder.
Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar, Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır.
Arkadaş sizi ikinci görmek ister,Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar.
Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır, Dost sıkıntınız olduğunda size koşar.
Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız, Dostlarınız size huzur vermeye çalışır.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Dert ağacı...

Epeydir yazamamışım, yaz telaşı... Gelen bir mail'deki hikayeyi paylaşmak istedim sizlerle... Ben çok beğendim, umarım siz de beğenirsiniz...

Dert Ağacı
Eski çiftlik evini restore etmek için tuttuğum marangoz, işteki ilk gününü zorlukla tamamlamıştı. Arabasının patlayan lastiği onun işe bir saat geç gelmesine neden olmuş, elektrikli testeresi iflas etmiş ve şimdi de eski püskü pikabı çalışmayı reddetmişti. Onu evine götürürken yanımda adeta bir taş gibi oturuyordu. Evine ulaştığımızda beni, ailesiyle tanışmam için davet etti. Eve doğru yürürken küçük bir ağacın önünde kısa bir süre durdu, dalların uçlarına her iki eliyle dokundu. Kapı açıldığında; adam şaşırtıcı bir şekilde değişti. Yanık yüzü tebessümle kaplandı, iki küçük çocuğunu kucakladı ve eşine kocaman bir öpücük verdi. Daha sonra beni arabaya yolcu etmeye geldiğinde; ağacın yanından geçerken merakım daha da arttı. Ona eve giderken gördüğüm olayı sordum. 'O, benim dert ağacım,' dedi. 'Elimde olmadan işimde bazı sorunlar çıkıyor, ama şundan eminim ki o sorunlar evime, eşime ve çocuklarıma ait değil. Bunun için bu sorunları her akşam eve girerken o ağaca asıyorum. Sabahları tekrar onları oradan alıyorum. Ama komik olan ne biliyor musunuz? Ertesi sabah onları almaya gittiğimde, astığım kadar çok olmadıklarını görüyorum ...
'Öfkeyle geçen her dakikanız, mutluluğunuzdan çalınmış 60 saniyedir.'

11 Haziran 2009 Perşembe

Sınav, Başarı ve Annelerin Rolü Üstüne...

Annem muhteşem bir kadındır, babacım da öyle... Ama her ailede olduğu gibi benim ve 3 kardeşimin bütün yükünü taşıyan, eğiten, yönlendiren kişi annecimdir. Şimdi üniversite sınavına birkaç gün kalmışken kendi çocukluğumdan bazı şeyleri paylaşmak istedim, umarım sınava girecek çocuğu olan velilere bir ışık tutabilirim.
Biz 4 kardeşiz; dördümüz de önce Anadolu Lisesi sonra da ITU ve Boğaziçi gibi okullardan mezunuz. Bana bu hep çok normal gelmişti büyürken... Öyle ya herkes kazanıyordu, normali buydu...
Eşimin bir akrabası sormuştu yıllar evvel ''Anneniz sizi büyütürken ne yaptı da böyle bir sonuç alabildi, çünkü bu sadece çocukların potansiyeli ile açıklanabilecek birşey değil'' diye... Sonrasında gerçekten çok düşündüm neydi bu sorunun cevabı diye... Üniversite sınavına gireceğim zamanı hatırladım sonra. Tek düşüncem istediğim yer olmasıydı, yoksa en küçük bir tereddütüm yoktu kazanacağıma dair... Hele büyük erkek kardeşim Murti sadece ve sadece 3 tercih yapmıştı aynı düşüncelerden ötürü, ve 2. tercihini kazanmıştı...
Ben ilkokul 5'te iken -bizim dönemimizde Anadolu Lisesi sınavı 5. sınıfta yapılıyordu.- ÖzDeBir Sınavı diye (Özel Dersaneler Birliği) Türkiye çapında bir deneme sınavı yapılıyordu. Türkiye derecem hiç parlak değildi, ve bence okul derecem de iyi değildi; okuldan sınava katılan 50 kişide 25. olmuştum. Eve gidince üzülerek sınav sonucunu anneme söyledim. Sanıyordum ki Annem de beğenmeyecek ve belki de kızacak... Annem bana sımsıkı sarıldı, kocaman öptü ve dedi ki ''Demek ki 24 kişiden daha iyi bir sınav geçirmişsin'' dedi. ''Olur mu?'' dedim ''25 kişi de benden iyi demek ki...'' . Annem dedi ki '' Hiçbir zaman senden daha iyi olanlarla kıyaslama kendini, senin yarışın kendinle... Sen istersen dağları devirirsin, şimdi 24 kişiyi geçtin, istersen 124 kişiyi de geçersin,1024 kişiyi de, başarının anahtarı sensin ve hiçbirşey,hiçbir başarı senden daha değerli değil...''
İşte bence başarının sırrı bu cümlede gizli... Biz büyürken başkalarıyla veya birbirimizle kıyaslandığımızı hiç bilmiyorum. Hepimiz özel, muhteşem ve tektik.
Çocuklara , sanıyorum, bu duyguyu verebilmek çok önemli; '' istersen herşeyi yapabilirsin ama eğer yapamazsan da senden daha önemli hiçbirşey yok'' diyebilmek, sevgi için başarıyı şart koşmamak...
Canım annecim, herşey için çok çok teşekkürler... Beni ve kardeşlerimi kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi hatalarından kendinden başka kimseyi suçlamadan sorumluluğu alabilen bireyler olarak yetiştirdiğin için, bizi hep ama hep, ne yaparsak yapalım, çok sevdiğin için... Sizler gibi bir ailem olduğu için ne kadar şükretsem azdır...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Yaseminler...




Bunlar da yaseminler... Muhteşem bir koku kaynağı daha... Koç burcu olduğum için belki, bahar beni şarj eder, içim kıpır kıpır olur, hayatı, herşeyi ve herkesi daha bir çok severim... Gözlerinizi kapatın ve koku denizinde hayal edin kendinizi... Ve nerede olursanız olun baharın tadını çıkarın...

Portakal Çiçeği...

Antalya'da yaşamanın en güzel taraflarından biri de portakal ağaçlarının çiçek açtığı zamanlar... Eskiler diyorlar ki önceden şehir buram buram portakal çiçeği kokarmış, şimdi şehir içinde koku bu kadar yoğun değil. Ama bizim yaşadığımız bölge muhteşem... Koklamaya doyamıyor insan, sizlerle fotoğrafını paylaşıyorum, keşke kokusunu da gönderebilsem...


1 Mayıs 2009 Cuma

Tepsilerim...




Bunlar son boyadıklarım... Yine dekupaj artı boyutlu kalem.


28 Mart 2009 Cumartesi

Ayçiçekleri...




Epeydir yazamamışım kendi telaşlarımdan... Baharla beraber iş yoğunluğu da hafif hafif artmaya başladı, telaşlarım çok...


Neyse, bu aralar boyamaya sardırdım, ne bulsam boyuyorum. Elimde ahşap boyanmayı bekleyen tepsilerim vardı, onlarla uğraşıyorum şimdi, bitince sizlerle paylaşacağım. Yanımda çalışan F.in eski bir tepsisi vardı, ne kullanıyorum ne atmaya kıyabiliyorum diye bana verdi boyamam için... Ve işte ilk hali ve ayçiçekleri ile bezenmiş son hali... Yapımı ise basit, akrilik boya ile iki kat boyayın, peçeteyle dekupaj yapın, boyutlu kalem veya nam-ı diğer boncuk boya ile süsleyin en üste de vernik attınız mı tamam... Güle güle kullanın...
Bahar da geliyor ya ayçiçekleri insanın içini açıyor, velhasıl güneşi özlemişiz... Gel bahar gel...

Annem ve Babam...


Ayşe Arman'ı çok beğenirim, kendini ve doğasını doğrudan ifade edişi çok hoşuma gider, açıkçası imrenirim de... Yazılarını ve röpörtajlarını genelde internetten takip ediyorum. Geçen haftaki bir yazısında Ertuğrul Özkök ve eşinden bahsetmiş; gençliklerinde Paris'te Notre Dame kilisesi önündeki havuz kenarında çektirdikleri fotoğrafın aynısını 30 yıl sonra tekrar çektirmişler. Ayşe Arman fikri öve öve bitirememiş. ''Bu nasıl bir zekadır'' diye yazmiş. Ve benim aklıma anneciğimle babacığım geldi.

Annemlerin yazlığının bahçesinde kocaman bir salıncak vardır, kardeşlerimle çocukluğumuz hep üstünde geçti, çok eğlendirmiştir bizi çok... İşte o salıncağın üzerinde ailece 1983 yılında çektirdiğimiz fotoğrafın aynısını 2003 yılında yani tam 20 yıl sonra tekrar çektirmiştik. O fotoğraflar bilgisayarımda yok, ama ilk fırsatta sizlerle paylaşacağım. Yukarıdaki fotoğraf en küçüğümüz, bebeğimiz M.nin sevgili S.ile nişanında çekilmişti, ki çok sevdiğim bir fotoğraftır. Şimdi onlar da taze evliler, cimcimeler...

Babam çok zekidir, çok akıllı, çok pratik zekalıdır. Anneciğim de öyledir, övünmek gibi olmasın :) Biz kardeşlerimle çok şanslıyız bence, böyle iyi kalpli, zeki ve sevecen ailemiz olduğu için...

Ve canım babacığım ve anneciğim, aklınıza sağlık, fikrinize sağlık... Allahım gölgenizden eksik etmesin beni ve kardeşlerimi...

7 Mart 2009 Cumartesi

tutuk ben...


Dün eşimin doğumgünüydü, 19 Şubat anneciğimin, 20 Ocak babacığımın... Ama hiçbirininkini vaktinde bloguma yazamadım. Unutkanlık desem değil, sanki sadece ürettiklerimi yazmam gerekiyormuş gibi geliyordu bazen... Anneciğimin hediyesini sadece geceleri yapabildiğim için uzun sürdü, tığla zincir çekip iğneyle şekil verdim, diktim. Ama keşke aşama aşama fotoğraflayıp bloguma vaktinde koysaydım. Bazen dışa çok kapalıyım, içimi, özelimi açmakta zorlanıyorum. O konuda da blogum yardımcı olacaktır bana, inşallah...
İyi ki doğdunuz sevdiklerim... Annem,Babam,Kocam... Hayat sizlerle güzel... Allahım gölgenizde sağlıkla huzurla bir hayat nasip etsin hepimize...

bugün hava kapalı...

Bugün hava kapalı, gerçi bahar geldi gibi, iki gündür pek bir soğuk yok, ama güneş gözükmüyor. Baharı özledim, yazı, sıcağı özledim... Elimde yapılmayı bekleyen bir dünya şey var, örülecekler, boyanacaklar, velhasıl ilgilenmek lazım, zaman ayırmak lazım, bahara artık...
Bugün komşularım bana ''gastra'' getirdiler. Buranın yerlileri değişik bir köy ekmeği yapıyorlar, tandırda pişiyor belki de, bilmiyorum. Fotoğrafını ekleyecektim ama kızlarla saldırdık, yedik valla... Yanında da turp salatası getirmişler. Yaban turpunun yeşil yapraklarını haşlamışlar, üzerine zeytinyağı gezdirip limon sıkıyorsun, gastrayla beraber yiyorsun. Değişik ama lezzetli birşey... Ellerine sağlık...

6 Mart 2009 Cuma

tığ işi broşlarım

Bunlar da tığ işi broşlarım... Kurdeleden güllerle ve boncuklarla süsledim. Baharda renk renk takmalı bunları...

Yaz geliyor...


Yaz geliyor, tiril tiril elbiselerimiz,bluzlarımız dolaplardan çıkacak, yaşasın...Ve tabi ki aksesuarlarımız süsleyecek kollarımızı,yakamızı...
Sevgili Embir geçenlerde yapmıştı geri dönüşüm bileziklerini. Bunlar da benimkiler, bildiğiniz serum lastiğinden yaptım. Japon yapıştırıcı ile yapıştırıp-silikon veya poligonla yapışmadı- tığla ördüm etrafını... Rengarenk şeker gibi oldular...

4 Mart 2009 Çarşamba

annem...




Benim canım, tatlı, güzel annem... iyi ki doğdun, nice yaşlara, nice yıllara hep beraber...
Hediyelerini yarın kargoya vereceğim, ama bloğuma koymak için senin eline geçmesini bekleyemedim...


19 şubat anneciğimin doğumgünüydü. Hediyesini yetiştiremediğim için yazısı bugüne kaldı. Anneciğimin 4 kuzusunu işledim battaniyeye, tığ işi çiçeklerle süsledim. Sadece akşamları yapabildiğim için biraz oyaladı beni, hediyen gecikti anneciğim, güle güle kullanın babacığımla...
Bu aralar bir de sabunluklara taktım, bloglardan birinde görmüştüm bu fikri, şimdi adı aklımda değil, kusura bakmasın ne olur... Etiketini söküp, peçeteyle dekupaj yaptım, boyutlu kalemle kenarlarını belirginleştirdim.
Hediyelerini umarım beğenirsin anneciğim, doğumgünün kutlu, mutlu olsun...






1 Mart 2009 Pazar

kurdele broşlarım


Kurdeleyle gül yapmaya bayılıyorum. Derya Baykal programında tuvalet kağıdından yapıp, sprey boya ile boyayıp verniklemişti. Sonra da bir yere yapıştırmıştı. Ben de yaprakla süsleyip broş yaptım. Kırmızı olanın alt kısmını da boncuk işledim, ışıltılı olsun diye...

Çiçekli bere





Geçen sene bu bereyi örüp kenara kaldırmışım, geçen akşam elime geçti, tığ işi çiçeklerle ve yapraklarla süsledim, çiçeklerin ortasına kurdele çiçek yapıştırdım. Bakalım beğenecek misiniz?

21 Şubat 2009 Cumartesi

deniz...





Çarşamba günü Antalya'da hava çok kapalı ve pusluydu. Sonra birden bulutlar açıldı ve denizin üstüne ışık yağdı. Çok etkileyiciydi. Büyülenmiş gibi eşimle beraber bir süre seyrettik. Ve şimdi sizlerle paylaşıyorum bu güzel doğa olayını...

14 Şubat 2009 Cumartesi

14 Şubat Sevgililer Günü





Sevgililer gününüz kutlu, mutlu, çok mutlu olsun... Sımsıkı sarılın sevdiğinize, sevdiklerinize... Ben öyle yapacağım.

Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana...


Dün gece eşimle beraber ''Benjamin Button'ın tuhaf hikayesi''ni izledik. Son yıllarda izlediğimiz en güzel filmlerden biriydi. Mutlaka izlenmesi, üstünde düşünülmesi gereken bir film...13 dalda Oscar adayı, biliyorsunuz. Ve bence 7-8 tanesini kesin alır.
''Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana... Ataol BEHRAMOĞLU
Mutlak izleyin; hayat, aşk, yaşam ve ölüm üstüne sizi çok düşündürecek...

11 Şubat 2009 Çarşamba

Ben ördüm...

Geçen kış eşime bu yeleği örmüştüm. Akıllı yünle ördüm, içine polardan bir kat diktim, kolağzı ve yakasını iki kat genişlikte örüp içine kıvırıp diktim. Mont gibi oldu. Cep yapıp daha şık bir yünden örseydim dışarıda bile giyilebilirdi, ama olsun şimdi evde ısıtıyor eşimi.


7 Şubat 2009 Cumartesi

elişi




Dün akşam evde geçen kış yaptığım broşları buldum. Tığla örüp boncuk ve kurdeleyle süslemiştim. Evdeki kalan malzemeleri kullanmak için birebir... Hem kullanmak için şık bir aksesuar hem el emeği göz nuru bir hediye.

yeniden değerlendirin


Bazen elime geçeni atıyorum, bazen de hiçbirşeyi atasım gelmiyor. Yazlık yerde yaşadığımızdan eşimle en büyük keyfimiz mangal yapmak. Eskiyip paslanan ızgarayı da atmaya kıyamadım, akrilik boyayla boyadım, süsledim. Ortaya şık bir duvar süsü çıktı...

dekupaj




Bu abajuru 3-4 sene evvel İkea'dan çok beğenerek almıştım. Sonradan gözüme çok sade gözüktü, ve ne yapabilirim diye düşünürken aklıma peçeteyle dekupaj yapmak geldi. Perdelerim de yeşil tonu olduğu için odaya çok da yakıştı. Yapılışı ise çok basit; önce peçeteden istediğiniz deseni kesin, peçetenin katlarını ayırın ve enüstteki katı dekupaj tutkalı ile dikkatlice yapıştırın. Kullanmaktan sıkılıp, değiştirmek istediğiniz hemen hemen herşeye uygulayabilirsiniz.

6 Şubat 2009 Cuma

Celestine




Burada Alex ile Celestine vardı, Hollandalı bir çift, ikisi de 70 yaşın üzerinde ama içleri kıpır kıpır... 10 yıl önce Türkiye'ye yerleşmişler, şimdi de Bali adasına yerleştiler. Burada çok sevimli bir cafe bar işletiyorlardı ve Celestine benim buradaki en yakın arkadaşımdı. O da benim gibi örgüye,boyamaya karşı meraklıydı ve kocaman bir atölyesi vardı. Giderken herşeyi bana bıraktı, halimi görmeliydiniz, lunaparka bırakılmış bir çocuk gibiydim. İpler, boyalar, kalıplar, masklar vs. Satılabilecek epey birşey var, eğer satabilirsem o parayla Bali'ye yanına gideceğim, öyle planladık. Pasaj.com'daki dükkanımda satışa çıkaracağım onları. Beraber baktığımız köpeklerimiz var burada, geceleri çarşımızı bekleyen. O gidince sevgili köpeklerimizin velayeti de bana kaldı. Onların foto.larını da yayınlayacağım. Hoşcakal Celestine, umarım çok mutlu olursun.

duru kız kedi kız




Eşimin ablası S.nin dünya güzeli bir kızı var, henüz 22 aylık... Tatlı mı tatlı, biraz huysuz, azıcık cadı, en sevdiği kelime : olmaz. Kendi kendime bazen diyorum ki; minnacık çocuk bile hayır diyebiliyor, bu yaşımda yeterince öğrendiğimi sanmıyorum... İst.da yaşıyorlar, o yüzden pek fazla göremiyoruz, nasıl burnumuzda tütüyor, anlatamam. Geçenlerde, kedi kıza bir battaniye yaptım. Evde kalan kumaşları ve hiç kullanmadığımız polar bir atkıyı kestim, biçtim, diktim. Kadife kumaştan çeşitli geometrik şekiller ve bir kalp yapıp, içini pamukla doldurdum. Sıcacık pofur pofur birşey oldu. S.nin salon takımı siyahlı olduğu için onlara uydurdum biraz... Bu kış takıntım battaniyeler, dostlarımın sevgili çocuklarına da yapmayı planlıyorum, bakalım. Malum burası turistik bir yer olduğu için yazın çok yoğun çalışıyoruz, kışın da haliyle epey boş vaktim var. Eşim bilgisayar oyunlarında ihtisas yaparken, ben de hobilerimle uğraşıyorum:)

4 Şubat 2009 Çarşamba

dayım


Selam, epeydir yazamadım..2008'i telaşlarla bitirdik. Önce canım kardeşim M.'nin düğün hazırlıkları, sonra canım dayıcığımı kaybetmemiz bize hayatta herşeyin içiçe olduğunu bir kere daha hatırlattı. 15 gün içinde yoğunbakım günleri, bayram, düğün ve cenaze...

Canım dayıcığım, henüz 54 yaşındaydı. Üç kızını okutmuş, ikisini evlendirmiş, tam hayatta rahat edeceği, gezip tozacağı döneme gelmişti. Ama olmadı... Herşey kısmet... Derler ya ''İnsanlar plan yapar, Tanrı gülermiş...'' diye... Canım, tatlı yengeciğim tarifsiz acılar içinde, anneciğim de en küçük kardeşini kaybetti, o da perişan...
Nur içinde yat dayıcımmm, ışıklar içinde ol... Seni çok seviyor ve çok özlüyoruz...