2 Kasım 2015 Pazartesi

Aşure

En sevdiğim tatlılardan biridir aşure. İçindeki birbiriyle alakasız, onca malzemenin muhteşem uyumudur benim için. "Bunlar birbiriyle olmaz" genellemesinin yanlışlığını ispatlarcasına, gözü okşayan bir lezzet bombasıdır.

Bu kadar çok sevilen ve bilinen aşurenin belirli bir tarifi yoktur aslında, tarifler damak tadına ve alışkanlıklara göre değişir.

Wikipedia'ya göre, geleneksel olarak, en az 7 maddeden oluşması gerekir. Bazıları adından dolayı 10 madde ile yapılması gerektiğini söyler. Aleviler ise hep 12 madde kullanarak aşure yapar.

Temel olarak su, buğday, nohut, toz şeker, fasulye ve pirinç kullanılarak yapılır. Süsleme amacı ile ceviz, fındık, fıstık, badem, nar, susam ve tarçın gibi çeşitli kuruyemiş, meyve ve baharatlar kullanılır. Tarifi hiçbir hayvansal ürün içermediği için vegandır.

Aşure, Türkiye'nin mutfak geleneğinin yanı sıra, birçok ülkede, Hıristiyan ve Yahudi kültürlerin bir parçası olarak da çeşitli isimler altında hazırlanmaktadır.

Aşure, Ermeni  ve Rum kültüründe de vardır. Ermeniler, 6 Ocak'ta "anuş-abur" yaparken; Rumlar, buğday, kuru üzüm ve bal ile yaptıkları "koliva"yı kilise kapısında dağıtıp ortasına bir mum diktikleri bir tabakla mezarın başına yerleştirirler.

Alevi kültüründe, Kerbela Savaşı'nda Hüseyin'in öldürüldüğü günde aşure pişirilmesi ile aşurenin hiçbir hayvansal ürün içermemesi arasında bağlantı kurulur ve şiddet genel olarak protesto edilir. Aleviler, her sene aşurelerini pişirip konu komşu ile paylaştıkları Muharrem ayında, 12 gün boyunca etin tüketilmediği bir oruç tutarak öldürmenin her türlüsünün (besin için kesilen hayvan dahil) şiddet olduğunu idrak ederler.

İnternette bir çok tarif var aşure ile ilgili. Birçoğunu okudum, kıyasladım. Sonuçta, hepimiz, aslında annemizin yaptığı yemeklerin tadını arıyoruz ömür boyu. O yüzden, canım annemden de destek alarak bazı yerleri değiştirdim. Tarif, yemektarifleri.com sitesinde de var, okumak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz. Ama orijinali Vanilins.com'da, okumak için buraya tıklayın.

Allahım tekrarını nasip etsin, sağlıkla, huzurla ve keyifle...


AŞURE

Malzemeler :

2 su bardağı buğday,
1 su bardağı kuru fasulye,
1 su bardağı nohut,
2 su bardağı kuru kayısı,
Yarım su bardağı kuru üzüm,
15 adet kuru incir,
Yarım çay bardağı kuş üzümü,
100 gr tuzsuz badem,
100 gr tuzsuz fıstık,
3.5 su bardağı toz şeker,

Üzeri için :
Fındık,
1 adet nar,
Tarçın,
Kavrulmuş susam,

Yapılışı :

1 gece önce buğday, kuru fasulye ve  nohudu sıcak suya ayrı ayrı ıslattım.

Sabah sularını değiştirip yine ayrı ayrı haşladım. Sularını değiştirmek önemli, çünkü özellikle buğdayın suyu aşuremizin suyunu karartır.

Haşladığım buğdayı bol suda yıkayıp, suyunu süzdüm. Buğdayı, nohudu ve kuru fasulyeyi düdüklü tencereye koyup, 7 su bardağı su ilave ettim ve yaklaşık 20 dakika haşladım.

Bu arada, incirleri küçük küçük doğrayıp haşladım ve suyunu süzerek yıkadım.

Kuş üzümlerini 5 dakika kaynattım ve suyunu süzerek yıkadım.

Kayısıları küçük küçük doğrayıp 2 su bardağı suda şişene kadar haşladım. Suyunu dökmeyeceğiz.

Sarı üzümleri 1 su bardağı suda şişene kadar haşladım. Suyunu dökmeyeceğiz.

Tuzsuz badem ve tuzsuz fıstığı 5'er dakika kaynatıp kabuklarını soydum.

Haşlanan buğdayın, kuru fasulyenin ve nohudun üzerine tekrar 7 su bardağı su ilave edip 15 dakika daha orta ateşte kaynattım.

Daha sonra toz şekeri ilave edip 15 dakika daha kaynattım ve içine suyuyla beraber kuru üzümleri, suyuyla beraber haşlanmış kayısıları, kuru incirleri, kuş üzümlerini, badem ve fıstıkları ilave ettim. Kuru incirin ve kuş üzümünün suyunu aşuremizin suyunu karartmaması için kullanmadım. Eskilerin ifadesiyle, birbiriyle özleşmesi için bir taşım kaynattım.

Aşureyi kaselere paylaştırdım. Üzerlerini nar, fındık, tarçın ve kavrulmuş susam ile süsledim.

Afiyet olsun.

30 Ekim 2015 Cuma

Okuma Gözlüğüm

Bundan 2 yıl evvel yakın gözlüğü kullanmaya başladım. Aslında sıkıntım daha eski, ama bunun yaşlanmayla ilgili bir durum olduğunu içten içe bildiğim için sanırım, direndim. Yaklaşık iki yıl kadar "ben okuyamıyorum artık, gözlerim çok ağrıyor" diye diye dolandım. Sonra bir gün okuma mesafemin ne kadar arttığına dikkat edince jetonum düştü. Artık kaçış yoktu. Çok sevdiğim kitaplarıma dönmenin yolu gözlükten geçiyordu.
Şimdi alıştım sayılır. Yolculuğa çıkacaksam, çantama ilk attığım şeylerden biri kitabımdır. Genelde son yanıma aldığım şey ise gözlüğüm, bazen son anda hatırlayıp kapıdan dönüyorum.
 
"Bir sıkıntınız olduğunda, bunun sadece size mahsus bir şey olduğunu düşünmeyin" derler. Yani, hemen herkes aynı sıkıntıları yaşıyor aslında. O yüzden "Bu sadece benim problemim değil, elbet" deyip, Dozaj dergimize bir yazı yazmıştım bu konuyla ilgili.
 
Bakalım, beğenecek misiniz?
 

Eyvah, okuma gözlüğü takıyorum
 
İlk önce gözlerimiz yaşlanıyor. 40 yaşı aştıktan sonra birçok insan, hayatında hiç gözlük takmamış olsa bile, okuma gözlüğü kullanmaya başlıyor.
 
Presbiyopi yani yakın görme bozukluğu, 40 yaşından sonra ortaya çıkan bir durumdur. Yaşla birlikte göz merceği uyum yapma yeteneğini yavaş yavaş kaybeder ve insanların çoğu belli bir yaştan sonra okumak veya yakın iş yapabilmek için gözlük kullanmak zorunda kalırlar.  Presbiyopi, Yunancada "yaşlanan göz" anlamına gelmektedir. Yaşa bağlı bir durum olduğundan, herkeste görülmektedir. Yani hepimiz er ya da geç bir okuma gözlüğü kullanıyoruz veya kullanacağız.
 
Göz bozukluğu olmayan, yani, gözleri “sıfır” olan insanlar, 40 yaşından sonra yavaş yavaş, özellikle, küçük yazıları okumakta zorluk çekmeye başlarlar ve gözlük gereksinimi ortaya çıkar. Her insan aynı yaşta, aynı derecede yaşlanmadığından kişiden kişiye farklılık ortaya çıkabilir. Hipermetrop olan kişiler daha erken yaşta okuma gözlüğüne ihtiyaç duyarlar.
Miyop olanlarsa, uzak için gözlük kullanırlar. Zaten yakını gördükleri için presbiyopi yaşına geldiklerinde gözlüklerini çıkarıp okurlar. Bu, onlarda presbiyopi olmadığı anlamına gelmez.
Bazı insanların göz numaraları doğuştan farklılık gösterir. Bir gözleri “sıfır” diğer gözleri ise değişik derecelerde miyoptur. Bir gözleri uzağı diğeriyse yakını daha iyi görür. Doğuştan bu durumda olduklarından, her yaşta hiç gözlük kullanmadan hem yakını hem de uzağı görürler ve hiç rahatsızlık hissetmezler.
 
Presbiyopi – Yakın Görme Bozukluğu nasıl tedavi edilir?
 
En basit çözüm okuma gözlüğüdür. İnsanların çoğu gözlük kullanmayı tercih ederler. Göz bozukluğu olanlar yani uzak için gözlük kullananlar ya iki gözlük ya da  yakın ve uzak gösteren multifokal gözlükler kullanırlar. Diğer bir çözüm ise, özel presbiyopi kontakt lensleri kullanmaktır. Özellikle, zaten kontak lens kullanan kişiler, yakını da gösteren özel lensleri rahatlıkla kullanırlar. Presbiyobi tedavisinde, çeşitli operasyonlar da yapılmaktadır.
 
Hastalara hangi tedavinin en uygun olduğuyla ilgili, uzman doktorları yardımcı olacaklardır.
 

28 Ekim 2015 Çarşamba

Patlıcanlı sos

Bu sene pek bir hoşuma gidiyor bu kışlık sosları yapmak. Bu tarif de buradaki sevgili dostum, ablam Şükran ablamdan.

Malzemeler:
1 kg domates
1 kg patlıcan
Yarım kilo kırmızı biber
Yarım kilo yeşil biber
1 baş sarımsak
Tuz
Zeytinyağı

Önce patlıcanları ve kırmızı biberleri közledim, kabuklarını soyup küçük küçük doğradım.

Yeşil tatlı biberleri- isterseniz acı biber ile karışık kullanabilirsiniz- doğrayıp yağda kavurdum.


 
Sarımsakları biraz tuz ilavesiyle iyice dövdüm.
 




Domateslerin kabuklarını soyup blendırdan geçirdim. Tuz ve zeytinyağı ilavesiyle kaynatıp, soyup doğradığım köz patlıcan ve kırmızı biberi, yağda kavurduğum yeşil biberi, dövülmüş sarımsağı ekledim. Eskilerin deyimiyle bir taşım kaynattım. Kavanozlara doldurup, yeni kapakla kapatıp soğuyana kadar ters çevirdim.

Afiyet olsun.

Ev yapımı zeytin

Zeytin kuşkusuz dünyanın en lezzetli, en şifalı yiyeceklerinden biri. Ev yapımı zeytin ise en lezzetlisi.

Son birkaç senedir, sonbaharda zeytinimi kendim yapıyorum.

Pazardan aldığım Gemlik veya Tavşan yüreği cinsi zeytinleri önce bıçakla 3-4 yerinden boylamasına kesiyorum. Bidonların içine koyup suyla dolduruyorum. Sonra, yaklaşık 1 hafta boyunca, günde bir defa suyunu değiştiriyorum. Bazı cinslerin acısı 5 günde, bazılarının acısı 8 günde çıkıyor. O yüzden mutlaka tadına bakın. Acısı çıkıp, zeytin lezzetlenince kaya tuzu ile bol tuzlu bir su hazırlıyorum. Kimileri içine limon tuzu veya zeytin dilimleri ilave ediyorlar. Ben koymuyorum bunları, daha lezzetli oluyor gibi geliyor bana. 

Tuzlu suyunu hazırladıktan sonra zeytininiz hemen yenmeye hazır. Daha uzun süre saklamak istiyorsanız, tuzunu biraz daha fazla ilave edeceksiniz. Bir püf noktası da, daha önceden turşu kurduğunuz bidonları zeytinde kullanmayın.


 Afiyet olsun.

 

26 Ekim 2015 Pazartesi

Minik Yastıklarım

Tchibo'yu çok seviyorum. Her çarşamba günü, kıyafetten el işi malzemelerine, mobilyalara varana kadar yeni bir koleksiyonla müşterilerinin karşısına çıkıyorlar. Bence, marketler her hafta farklı bir grup ürünü kampanyalı satma fikrini Tchibo'dan esinlendiler :) Tchibo'nun internet sayfasını ziyaret etmek isterseniz, buraya tıklayabilirsiniz.

En çok sevdiğim grup hobi malzemeleri tabi ki. Almanlar elişleri konusunda müthişler, Tchibo da Alman firması olduğu için çok çeşitli malzemeler sunuyorlar ve insanın gözü dönüyor valla.

Fotoğrafta gördüğünüz keçe seti çok güzel. İçinden dikiş iğnesine varana kadar ihtiyacınız olan herşey çıkıyor. Dikişte yeni olanlar bile çok rahat dikebilirler, dikiş yerleri noktalarla belirlenmiş. Dikmesi, işlemesi çok keyifli...

Bitince, 8 adet minik yastık olacak, ister yılbaşı süsü olarak ağaç süsleyebilir, ister içine biraz lavanta ekler lavanta kesesi olarak kullanırsınız. Yılbaşı geliyor, haydi bakalım hediye hazırlığına...



 

Keçeden kitap ayracı

Keçe ile çalışmayı çok seviyorum. Rengarenk, yumuşacık bir materyal. Üstelik yaptığınız herşey de çok hoş duruyor.
 
Aslında, keçeden kestiğim harfleri aplike ederek pofuduk yastıklar yapmayı daha çok seviyorum. Harfleri şablonsuz kesmek müthiş keyif veriyor bana, sanki keçe plakasındaki gizli harfi açığa çıkarıyor gibi hissediyorum. Ancak, harfler büyük büyük olunca çok parça artıyor. Yastıklarıma bakmak için buraya tıklayabilirsiniz.
 
Artan parçaları nasıl değerlendirebilirim diye düşünürken ortaya bu kitap ayraçları çıktı. Yine şablonsuz kestiğim harfleri, incecik dikişlerle birleştirdim. Arkalarının da fotoğrafını çektim, temiz çalışmışım yani :)
Geçen sene yılbaşında bu ayraçlardan epeyce yapıp dostlarıma hediye etmiştim. Ne yazık ki, fotoğraflarını çekmemişim. Ama anneciğim ve kardeşiminkiler hala benimle olduğu için size fotoğraflarını gösterebiliyorum.




15 Ekim 2015 Perşembe

Cehennem - Dan Brown

“Cehennemin en karanlık yerleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.”

Dante – İlahi Komedya
Dan Brown kuşkusuz son zamanların en fazla okunan yazarlarından biri ve en çok tartışılan yazarlar listesinin de tepesinde yer alıyor.

"Da Vinci Şifresi" ile yer yerinden oynamıştı ve bir anda Hristiyan dünyasının tepkisini üzerinde toplamıştı. Bilimsel araştırmalar, dini gerçekler ile birlikte gizemli bir polisiye gerilim hikayesi oluşturan yazar, daha sonra Melekler ve Şeytanlar ve Kayıp Sembol ile bu başarısı devam ettirdi. Şimdi, son eseri olan Cehennem romanı ile kendine ait tarzına devam ediyor ve bu kez Hıristiyan dünyasındaki İnferno yani Cehennem kavramına el atıyor.
 
Okuyanlar bilirler, Dan Brown’un romanları, sanat eserlerinin içinde saklı olan, saklı olduğuna inanılan bilmeceler ve gizemlerle yoğrulan, çok sağlam kurulmuş entrikalar içerir ve bir solukta zevkle okunur. “Cehennem” de öyle. Ve son romanının finali, Türk okurları doğrudan ilgilendiren bir yerde, İstanbul’da geçiyor!
 
Dan Brown kitaplarının Simgebilim uzmanı olan kahramanı Robert Langdon, Cehennem romanında gözlerini bir hastane odasında açıyor. Son olarak Harvard üniversitesindeki bir anısını hatırlayan Langdon kendini bir anda başından vurulmuş olarak, son 48 saate dair hiç bir şey hatırlamadan İtalya’da buluyor. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, hastanede saldırıya uğruyor ve bu saldırıdan genç bir doktorun yardımı ile kurtuluyor. Dahası, cebinde üzerinde tehlikeli simgesi olan bir cihaz buluyor. Ülkesinin konsolosluğundan yardım isteyen, fakat yardım yerine kendisini öldürmeye çalışan kişiyi karşısında bulan Langdon, ülkesinin de kendini öldürmeye çalışması ile bir şok daha yaşıyor ve genç, fakat sıra dışı zekası olan doktor ile işin gerçeğini çözmek için yine simgelerde gizli olan ipuçlarının peşine düşüyor.
 
Floransa’nın tarihi yerlerinde başlayan macera, İtalya’nın diğer büyülü şehri olan Venedik’e uzanıyor ve Langdon, kendini genetik uzmanı olan ve dünya nüfusunun hızlı artışı nedeni ile insanoğlunun 100 yıl içinde neslinin tükeneceğini düşünen, bu yüzden ölümcül bir virüs yaratan ve bunu "Dante’nin Cehennem Haritası" ile ilişkilendiren dahi birinin peşinde buluyor. Tek sorun, bu psikopat bir hafta önce intihar etmiştir ve virüsün aktif aktif etmesine bir kaç gün kalmıştır ve virüsün yerini bulmak için tek umut Langdon’dur.
 
Dan Brown’un Cehennem romanı, okurlarını yine mükemmel bir maceranın içinde sürüklüyor. Kitapta yine tarihi öğeler, gizemli sırlar ve en güzeli ise İstanbul’un tarihi köşeleri var. Yerebatan Sarayı, Ayasofya ve Kapalı Çarşı gibi, belki de defalarca önünden geçtiğiniz tarihi yerlere farklı bir gözle bakacak, belki de tekrar ziyaret etmek isteyeceksiniz.
Kitap, yazarın şimdiye kadar yazdığı en muhteşem kitabı. Hem heyecan dozu çok yüksek, hem de İstanbul'da, hemen gözümüzün önündeki sembollerin anlamı konusunda verdiği bilgiler çok aydınlatıcı. İnsanoğlu, tarihsel gelişimi boyunca resimlerde, tablolarda, heykellerde, binalarda ve benzeri birçok yerde sembolleri kullanmış. Anlamını bilmezseniz sadece görsel bir şölen diye baktığınız bir sembol veya bir obje, anlamını bilince, bazen hayretlere sürüklüyor, bazen büyülüyor. Kitabı okurken, görseller konusunda Google yardımı almanızı öneriyorum.
Bu büyüleyici kitabı es geçmeyin.